İçindekiler

saray

Sintra dağlarını saran yemyeşil ormanların arasına kurulmuş Pena Sarayı, 19. yüzyıl Romantizminin eşsiz örneklerinden biridir. Yapı; çeşitli mimari tarzların, capcanlı renklerin ve ormanın içinden geçen masalsı yolların bir araya geldiği, doğayla iç içe bir harmoni oluşturuyor. Başkent Lizbon’un batısında yer alan Sintra kasabası, Portekiz’in en önemli turistik yerlerinden biri olmakla birlikte 1995’ten beri UNESCO Dünya Mirasları arasında yer alıyor. Dağın tepesinden Sintra kasabasını seyreden saray, Portekiz’in Yedi Harikası’ndan biri olarak ziyaretçilerini karşılıyor.

Tarihi

Sintra tepesinin hikayesi, 12. yüzyılda pek çok Hristiyan yapısı gibi Meryem Ana’nın burada görülmesi ve onun adına bir şapel yapılmasıyla başlamıştır. 1493 yılında Portekiz kralı II. João bu şapele hac yapmaya gelmiş, onun ardından tahta geçen kuzeni I. Manuel de Sintra’yı çok beğenerek tepeye bir manastır yaptırmaya karar vermiştir. 18. yüzyılın ortalarına kadar rahipler için küçük ve sessiz bir manastır olarak varlığını sürdüren yapı, yıllar içinde şiddetli şimşeklere maruz kalarak hasar almıştır.

Manastırı harabeye çeviren darbe ise 1755’te yaşanan ve şehrin neredeyse tamamını kullanılamaz hale getiren Büyük Lizbon Depremi olmuştur. Tarihin en yıkıcı depremlerinden birinin ardından şehrin binalarının %90’ı ya depremden yıkılmış, ya deprem sonrası 5 gün boyunca devam eden yangınlarda küle dönmüş ya da depremden hemen sonra çıkan devasa tsunami ile sular altında kalmıştır. Manastırdan sadece şapeli sağlam çıkmış ve yıllarca kullanılmaya devam etmiştir.

Ancak bir asır sonra terk edilen manastır, 1836 yılında Kraliçe II. Maria’nın Ferdinand ile evlenmesi üzerine onu baştan yaratacak kişiyle tanışmıştır. Kraliyet ailesine bu evlilik ile giren Alman prens, ilk çocuğunun doğmasıyla tahta çıkmıştır. Harabeyi restore edip kraliyet ailesi için bir yazlık evine dönüştürmeyi amaçlayan Kral II. Ferdinand, büyük potansiyel taşıyan bu yapı ve çevresini kendi servetiyle satın almıştır. Bu girişimde Baron Wilhelm Ludwig von Eschwege ile çalışan kral, Sintra’nın büyüsüne kapılarak çalışmayı büyütmüştür.

Ferdinand’ın yaratıcılığı ve sanatçı kişiliğini yansıtan sarayın yapımına 1842 yılında başlanmış ve 5 yılda neredeyse tamamlanmıştır. 1854’te yapımı biten Pena, Ferdinand’ın ölümünün ardından ikinci karısı Elisa Hensler’a kalmıştır. O da sarayı Ferdinand ve Kraliçe II. Maria’nın ikinci oğlu Kral Luis’e satmıştır. Böylece Pena, sahiplerine geri dönmüş ve yıllarca Ferdinand’ın ailesine ev sahipliği yapmaya devam etmiştir.

Saray, 1889’da Portekiz hükümeti tarafından satın alınmış ve yıllar sonra ulusal anıt ilan edilerek müzeye çevrilmiştir. 1910 devrimiyle Portekiz monarşisi kaldırılmış, ülkenin son kraliçesi olan Amélie sürgüne gönderilmiştir. Amélie, ülkesini terk etmeden önceki son gecesini burada geçirmiştir. Pena, yıllar içinde renklerini kaybetmiş ve uzun süre gri renkte kalmıştır. Ancak 20. yüzyılın sonlarında orijinal renklerine boyanmış ve eski güzelliğine kavuşmuştur.

Mimari

Dış Mekan

Eklektik yani farklı sanatsal yaklaşımların yeni bir sistem içinde kullanılmasıyla oluşturulan saray, Sintra dağlarında yer alan taş zemin üstünde oturuyor. Yapıyı çevreleyen Pena Parkı’nın içinden geçen dolambaçlı ve labirentimsi yollar sarayın girişine kadar uzanıyor. Bu yollar Sintra’nın diğer kültürel miraslarının manzaralarını sunan seyir noktaları içeriyor. Ayrıca Kral Ferdinand, parkı dünyanın dört bir yanından getirttiği 500 farklı türde ağaçla donatarak bir botanik bahçesi haline getirmiştir. Parkın içinde Ferdinand’ın eserini uzaktan izleyen büyük taştan bir heykeli de bulunuyor.

Saray; mor, kırmızı ve sarının en parlak tonlarında boyanmış kuleler, geniş teraslar ve kemerlerden oluşuyor. Güneşli günlerde parkın her yanından görülebilen yapı, sisli günlerde gizemli ve mistik bir hikaye oluşturuyor. Sarayın güney tarafında kalan parlak sarı kısım ise saray bölgesi ve silindirik bir kuleden oluşuyor. Sarayın girişlerin biri olan Anıtsal Kapı, Casa dos Bicos gibi şehrin önemli yapıtlarından referanslar taşıyor ve diğer Orta Çağ saraylarında olduğu gibi bir asma köprüsü de bulunuyor.

Kayaların içinden yukarıya uzanan kalın duvarların üstünde Romanesk, Neo-Gotik, bir Portekiz mimari akımı olan Neo-Mauline, Rönesans mimarisi, Neo-Moorish ve İslam mimarisinin bir araya geldiği yapılar yükseliyor. Yapının ilk zamanlarından kalan şapelin yanında yapımı 1843 yılında tamamlanan parlak kırmızı bir saat kulesi yer alıyor. Yemek odaları, Kral Carlos’un odaları ve kutsal eşyaların saklandığı odaların yer aldığı, ortasında revaklı bir avlu bulunan kırmızı bina ise sarayın en güzel izlendiği sarı renkteki Kraliçe Terası’na bağlıdır. Ayrıca bu terasta her gün öğle vakti ateş alan bir güneş saati topu bulunuyor. Kırmızı binanın üst katları ise önceleri Kral Ferdinand’ın daha sonra da Kraliçe Amélia’nın kaldığı odalardan oluşuyor.

Sarayın bir diğer dikkat çeken yeri olan Triton Kapısı, sarayın dört bir yanında rastlanan sembolizm unsurlarından biridir. Bu kapı, yapının orta kısmında yer alan ve Büyük Salon’un da bulunduğu mor binanın kemerlerinden biridir. Triton, Antik Yunan mitolojisinde bir deniz tanrısı ve Poseidon’un oğludur. Gövdesi bir insanın üst kısmı ve bir balığın alt yarısından oluşan Triton, bir deniz adamı olarak tasvir edilir.

Portekizli bir yazar olan Damião de Góis’in bir kitabında Sintra’da olduğu düşünülen Triton’dan bahsedilmektedir. Ferdinand, burada anlatılan deniz adamı Triton’u dalgalar, mercanlar ve diğer deniz sembolleri ile çevrili dev bir kabuğun üstüne oturtmuş ve Sintra’yı simgeleyen sarmaşıklar ve sembolik ögelerle kaplı bir ağaç gövdesi ile birleştirmiştir. Tıpkı Triton gibi kemer de ikiye ayrılmış ve alt yarısı su altı dünyasını, üst yarısı ise karasal dünyayı temsil edecek şekilde tasarlanmıştır. Ferdinand, sarayın her yerini Triton kapısı gibi Portekiz tarihi ve kültüründen parçalar içeren sanat eserleri ile doldurmuştur.

İç Mekan

Pena’nın içi Edward ve Victoria dönemlerinin sentezi şeklinde döşenmiştir. Duvarlar ve tavanlar, çeşitli kaplama ve resimlerle doludur. Göz yanıltıcı illüzyonist bir sanat tekniği olan Trompe-l’œil kullanılmış ve yapının dört bir yanı detaylandırılmıştır. Sarayda fazla sayıda oda bulunuyor ve bu odalar Arap Odası, Hint Odası, Geyikli Oda gibi farklı farklı temalara sahiptir. Mozaikler ve fresklerle süslenen iç mekan, Portekiz soylularının gösterişli ve sıra dışı yaşantısını gösteriyor. Sarayın dikkat çeken yerlerinden biri olan Kral Carlos’un odası, duvarlarında Kral Carlos’un çizdiği düşünülen “Pena Parkı’nda Su Perileri ve Satirler” adlı çalışmayı taşıyor. En gösterişli apartman ise Kraliçe Amélia’nın müthiş detaylara sahip mobilyalarla döşediği yerdir. Oda duvar ve tavanlarını kaplayan renkli seramikler ve ihtişamlı yatağıyla öne çıkıyor.

Wilhelm Ludwig von Eschwege

Baron Eschwege 1777 yılında Almanya’da doğmuş bir jeolog, coğrafyacı, mühendis ve mineralogtur. Onu Portekiz’de meşhur yapan çalışması Pena Sarayı olmuş, burada 1838-1850 yılları arasında Kral Ferdinand ile çalışmıştır. Çok gezmiş ve bir çok yapıyı incelemiş olan Eschwege, Neuschwanstein kalesi ve Belém Kulesi gibi binalardan esinlenmiştir. Hem sarayın mimarı hem de Pena Parkı’nın peyzaj tasarımcısı olan Eschwege, 1855’te ölmüştür.

Sanatçı-Kral II. Ferdinand

Saxe-Coburg ve Gotha-Koháry prensi olan Ferdinand, 1816’da Viyana’da doğmuştur. Sanatın pek çok dalında eğitim almış, resim ve müzikle yakından ilgilenmiştir. Fransızca, İspanyolca ve İtalyanca dahil 7 dil bilen Kral’ın ressam, koleksiyoncu ve sanatsever kişiliği Pena Sarayı’nın her yerinde görülmektedir. Bu nedenle Ferdinand ülke çapında Sanatçı-Kral olarak tanınmıştır.

Diğer yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Bizimle iletişime geçin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir