İçindekiler

Ayasofya’nın Gizemi

Dünya; geçmişten günümüze üzerinde birçok hikayeyi, efsaneyi ve eseri barındırıyor. Gelin bugünkü yazımızda dünyanın en görkemli yapılarından biri olan Ayasofya’nın keşfedilmeyi bekleyen veya hali hazırda keşfedilmiş efsanelerini ve gizemini inceleyelim.

ayasofya'nın gizemi

Roma İmparatorluğu bundan 1500 yıl önce dünyanın en büyük mabedini inşa etti. Dünyanın en büyük kubbesine sahip olan bu görkemli 1000 yıl boyunca dünyanın en büyük yapısı olarak kaldı. Yapı ayakta kaldığı süre boyunca dünyanın en önemli olaylarından bazılarına da ev sahipliği yaptı. Bir çağın kapanıp bir çağın açılmasına , bir dinin bölünmesine, dünyanın en büyük istilasına tanıklık etti. Bu yapı yapılışından itibaren 900 yıl en büyük katedral, 480 yıl en büyük camii olarak yerini korudu. Peki bu yapıyı gizemli kılan neydi? Şimdi bu sırlara biraz daha yakından bakalım.

1) Eşsiz Mimari Yapısı

İlk maddemiz efsanelerden ziyade Ayasofya’yı eşsiz kılan şeylerden biri olan, günümüzde bazı detaylarını hala anlayamadığımız eşsiz mimarisi. Özellikle bu yapının o günün şartlarında nasıl yapıldığı. Ayasofya; 96 – 66 m, dikdörtgen ana yapının içine dev bir hac olarak inşa edildi. İçerisine bir adet yolcu uçağının rahatlıkla sığdığı bu yapıyı 4 kolon ve 107 sütun taşıyor ayrıca sadece 4 kolonun tuttuğu bu yapı dünyanın en büyük kubbesini de üstünde barındırıyor. Kolonların üstüne düşen ağırlığı örneklendirmek istersek 8 adet Eyfel Kulesi’nden daha fazla yük taşıdığını görüyoruz. Bu kadar büyük bir yapı o dönem şartlarında nasıl inşa edildi? Yapılış hikayesi nasıldı?

Ayasofya için karar günü! Gözler AYM''ye çevrildi | Milat Gazetesi

Bugünkü Ayasofya’nın yerinde çok eskiden Artemis Tapınağı adında bir tapınak bulunuyordu. Konstantin tarafından yıkılan bu tapınak yerine 331 yılında 1.Ayasofya inşa edildi fakat bir yangında kül olan 1. Ayasofya, 415 yılında İmparator Thedosius tarafından 2. Ayasofya olarak yeniden inşa edildi. Ne yazık ki bu yapının sonu da farklı olmadı. Yıllar sonra I. Justinianus halkını Ayasofya’nın önünde bulunan hipodromda toplayarak adeta bir katliam yaptı. Bu olaydan sonra oldukça zarar gören 2. Ayasofya da yıkıldı ve I. Justinianus bugünkü Ayasofya’nın ilk temellerini attı.

I. Justinianus öyle bir yapı istiyordu ki normal mimarların çizebileceği bir şey değildi. Böyle bir iş için de normal bir mimarı görevlendirmedi. Dönemin ünlü geometricisi Anthemios ve Platon Akademisi yöneticisi İsidoros bu iş için görevlendirildi. Bu iki zeki adam kubbeyi 2 ayrı parça olarak tasarladılar. Bu, o dönem mimarisi için bir ilkti ve tasarımı bu yapıyı sonsuza dek ayakta tutacaktı. Öyle de oldu.

Bir rivayete göre I. Justinianus binanın temelleri atılırken 455 yaşındaki Markitos adında bir rahibi şantiyeye getirir. Rahip temelleri kutsadıktan sonra onun söylediği gün ve saatte inşaat başlar.

Tabii ki bu sadece bir efsaneden ibaret. Asıl sır, yapım sırasında kullanılan tuğlalar. Dünyanın farklı yerlerinden gelen bu tuğlalar o kadar hafifti ki suya bırakıldığında yüzüyordu. İki mimar yapının ne kadar ağır olacağını biliyordu ve bu ağırlığı en aza indirmek için bu yola başvurdular. Evet tuğlalar sağlam ve hafifti ama bugüne kadar nasıl oldu da birbirinden ayrılmadan ve depremlerde neredeyse hiç hasar almadan bugüne geldi? Bunun cevabı ise Kalsiyum Silikat. O dönemde Roma mimarisinde kullanılan ”kozolona” adı verilen volkan tüfü bu görevi en iyi yapan direnç maddesiydi fakat İstanbul’da bunu bulmak mümkün değildi. Bu iki dahi mimar tuzsuz nehir kumu, kireç ve tuğla tozu kullanarak bu direnci sağladılar. Bu harç ayrıca kendi kendini onarabilme özelliğine sahip olduğundan dolayı oluşan çatlakları kendi onarabiliyordu. Bu da yapının günümüze kadar bozulmadan gelmesinin nedenlerinden biri olarak gösteriliyor.

Ayasofya Hakkında Bilmeniz Gereken 30 Bilgi | Arkeofili
Mimar Sinan’ın inşa ettiği payandalar

I. Justinianus’un binanın çabuk bitmesini istemesi bazı sorunları da beraberinde getirdi. Kubbenin yapım aşamasında kaymalardan dolayı kubbe elips şeklini aldı. 14 Aralık 557”de meydana gelen bir depremde çöken kubbe I. Justinianus’u çok sinirlendirdi ve İsidoros öldüğü için onun yeğeni olan genç İsidoros’u bu iş için görevlendirdi. Kubbenin elips olduğunu fark eden genç İsidoros yeni kubbeyi elips şeklinde inşa etti. Kubbeyi 7 metre yükselten ve 40 adet pencere ekleyen İsidoros’un bu tasarımı günümüzde gördüğümüz kubbenin ta kendisi. İstanbul fethedildikten sonra Ayasofya’nın restorasyonu için görevlendirilen Mimar Sinan gezi esnasında kubbedeki elipsliği fark etti ve Kuzey – Güney aksında payandalar inşa ederek kubbeyi tekrar daire şekline getirdi. Mimar Sinan’ın eşsiz mimari zekası sayesinde yeni bir yıkıntının eşiğinden dönen kubbe günümüzde hala sağlamlığını koruyor.

2) Ayasofya Efsaneleri

Ayasofya’nın bir başka gizemi ise asırlardır anlatılan bazı efsaneler, kimilerine göre de gerçekler. Örneğin Ayasofya’nın sahip olduğu 3 büyük kapıdan biri olan İmparator Kapısı’nın Nuh’un Gemisinin tahtalarından yapılmış olması.Tabii ki bu, bilimsel açıdan mümkün olmayan bir olay fakat Ayasofya çoğu kişi tarafından kabul görülen bir efsaneye sahip : ”Ölümsüz Dük”

Enrico Dandolo - Vikipedi
Henricus Dandolo

Ayasofya’nın tanıklık ettiği, dünyanın dönüm noktalarından biri : ”Hristiyanlığın Bölünmesi”

1054 yılında ardı arkası gelmeyen gerilimi çözmek için Papa 9.Leo ve Patrik temsilcileri Ayasofya’da bir araya gelerek birbirlerini aforoz ederler. O ana kadar bir bütün olarak devam eden Hristiyanlık Katoliklik ve Ortodoksluk olarak ikiye bölünür. Fakat bunun sonucunda Konstantinopolis haçlıların saldırısına uğrar. Haçlı ordusunun başında olan Henricus Dandolo, gelir gelmez Ayasofya’yı ziyaret eder fakat yaşlı ve kör olan Dandolo işgalin üzerinden 1 sene geçmeden hayata gözlerinin yumar. Dandolo’nun ölmeden önce son isteği Ayasofya’ya gömülmektir, öyle de olur. Şehir haçlı istilasından sonra tekrar geri alınınca intikam içi kemiklerin Haliç’e atıldığı söylenmektedir.

Bir başka iddia ise 1453’te fetih sonrası yeniçeriler Dandolo’nun mezarını açar fakat içerisinde bir adet miğfer dışında bir şey bulamazlar. Hatta Fatih Sultan Mehmet bu miğferi portresini çizen Venedikli bir ressama hediye eder. 1850’de başka bir restorasyon çalışmasında tekrar açılan mezar için boş olduğuna dair bir rapor yazılmaz, mezarın içinin dolu olduğu söylenir. İşte bu da Dandolo’nun hala Ayasofya’da olup olmadığını, ”Ölümsüz Dük” efsanesini ortaya çıkarır. Günümüzde de bilimsel çalışmalar sonucu mezarın içinin dolu olduğu tespit edilmiştir. Fetih sonrasında yeniçerilerin sadece miğfer bulması da hala gizemini koruyan bir olaydır.

Ayasofya’nın bir başka efsanesi de ”Gizemli Viking Yazısı”.

Efsaneye göre zamanında Lotofen takım adalarında yaşayan bir kabile 9. yy’da bir şehire gider, bu şehir İstanbuldur. Bir mermer üzerinde kazınmış olan ”Halvdan buradaydı” yazısı da bu kabilenin başkanı olan Halvdan adında bir denizci tarafından yazılmış bir yazıdır. Fakat o dönem şartlarında Vikingler’in İstanbula gelmesi imkansız görüldüğü için bir bu konuyla ilgili bir başka efsane de Avarlar’ın elçisinin bıraktığı bir yazı olma ihtimalidir. O dönem bu alfabeyi kullanan tek topluluktur ve bu kanıtlarla da güçlendirilen bir olaydır.

Ayasofya’nın bir diğer gizemi ise yer altındaki gizli geçitleri. Anlatılana göre Fatih’i İstanbul’a girer, o sırada kutsal kase ve koruyucuları bir anda ortadan kaybolur. Nereye gittiği anlaşılmayan bu koruyucuların sonradan yer altı geçitlerinin kullanarak kaçtıkları ortaya çıkar. Günümüzdeki araştırmalara göre bu tüneller su tesisatı için yapılmıştı fakat o gün bir kaçış yolu olarak kullanıldı.

Ayasofya'nın altındaki gizli tüneller ilk kez görüntülendi
Yer altı tünelleri

Bir başka ilgi çeken olay ise 1847’de Gaspari Fosetti’nin pandantiflerdeki 6 kanatlı melek figürleri üzerinde çalışırken fark ettiği yüzü kapalı melek figürü. Fosetti bunu fark eder fakat meleğin yüzünü açmaz çünkü inanışa göre pandantiflerde bulunan 4 meleğin de yüzünün açıldığı gün kıyamet kopacaktır.

Ayasofya'daki Melek: Serafim - BeniOku.com
6 Kanatlı Melek Figürü

Ayasofya camii olduktan sonra buraya biri Fatih Sultan Mehmet, biri 2. Beyazıd, ikisi Sultan Ahmet tarafından yapılan 4 minare eklendi. Ayrıca Allah, Muhammed, ve 4 halifenin isimleri yazılı dev levhalar duvarlara yerleştirildi. Bu görkemli yapı artık İstanbul’un ve dünyanın en büyük camiisi konumundaydı.

Ayasofya hakkında efsaneler anlatmakla bitmez. Yazımızda yer vereceğimiz son efsane ise Hızır Aleyhisselam hakkında olan efsane. İstanbul’un fethinden sonra bazı katedral ve kiliseler camiiye dönüştürüldü fakat bunların hiçbiri Kabe’ye dönük değildi , biri dışında. Ayasofya.

Efsaneye göre İstanbul’un fethinden sonra Hızır Aleyhisselam gelip bir sütundan tutarak Ayasofya’yı Kabe’ye doğru çevirdi. Yapılışından itibaren yerinden oynamayan Ayasofya için bu efsane sadece bir efsane olarak kalıyor. O zaman inşa edilen yapılar Kudüs’e dönük bir şekilde inşa ediliyordu. Diğerlerinden daha eski olması ve pusula icadından önce inşa edilmesi dolayısıyla ufak bir açı kayması yüzünden Ayasofya Kabe’ye dönük olarak inşa edildi. Yine de efsanelere inananlar için belirtelim, efsaneye göre bu deliğe baş parmağını sokup tam tur çevirenlerin dileği gerçek oluyor. Kim bilir belki de olur ?

Ayasofya'nın hâlâ çözülemeyen sırları – JÖNTÜRK
Ağlayan Sütun

Ayasofya hala tarihin en hızlı inşa edilen dini yapısı konumunda ve hala birçok gizemi içerisinde barındırıyor. Belki de asıl gizemi birbirinde önemli olaylara ev sahipliği yapması, çağ kapatıp çağ açmasıdır.

Diğer yazılarımız için tıklayınız.

Bizimle iletişime geçin!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir