Tarihi

1852 yılında İngiliz mimar Williams James Smith ve Osmanlı kalfa İstefan tarafından Mek-teb-i Tıbbiye-i Şahane için hastane olarak inşa edilen ve bugün İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık Fakültesi’ne ev sahipliği görevini üstlenen Taşkışla, hem eşsiz konumu hem de mimari özellikleri ile şehrin sembollerinden biri olma unvanını rahatlıkla taşımaktadır. İsminden de anlaşılacağı üzere kâgir bir yapı olan Taşkışla, mimari özelliklerinin yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarda başlayıp günümüze kadar uzanan öyküsünde sürekli bir ilgi merkezi konumundadır. Osmanlı Dönemi’nde yaşanan savaşlara, isyanlara, politik çekişmelere yakından şahit olmuştur. Hatta, Taşkışla’nın karanlık ve rutubetli odalarından biri günümüze Türk milliyetçiliğinin babası olarak anılan Ziya Gökalp’e dahi hapishanelik yapmıştır.

Kent dokusunda birçok yatırımcı ve iş adamının gözlerini büyüleyen yönüyle; 21 Temmuz 1986 yılında otel yapılmak üzere Eska şirketine 49 yıllığına kiralanmıştır. İTÜ öğretim üyeleri, Mimarlar Odası ve kamuoyunun direnişi ile açılan iptal davası, 1989 yılına kadar sürmüştür. Mahkeme kira sözleşmesinin iptali yönünde karar almış ve Taşkışla’nın “Birinci Sınıf Tarihi Anıt ve Kültür Varlığı” özelliği bir kez daha tescil edilerek İTÜ’de kalmasını onaylamıştır. Eğitime hizmet etmesi amacıyla inşa edilen bu bina, eğitim dışında da birçok işlev için kullanıldıktan sonra günümüzde İTÜ Mimarlık Fakültesi olarak eğitime hizmet etmeye devam etmektedir. İTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencileri Taşkışla’da eğitim görmenin gururunu her gün yaşıyor olmalı.

Mimari Özellikleri

Taşkışla’nın mimari özelliklerini İTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof.Dr. Afife Batur’un yorumlarıyla aktaralım:

Yapıya batı cephesinin ekseninde bulunan bir portikten girilir. Yüksek ve yivli gövdeli, iyonik başlıklı kolonların taşıdığı geniş portik, ikinci katta balkon olarak biçimlenmiştir. Yapının yalın bir şeması vardır: Uzun kanatlar boyunca geniş bir orta koridor, dar kanatlarda da bir tarafı orta avluya bakan koridorlar uzanır; eğitim mekanları ve öğretim üyelerinin odaları geniş dairesel kemerlerle sonlanan bu koridorlara açılır. Katlar, kulelerin birer yanında yer alan geniş ve görkemli mermer merdivenlerle bağlanır. Cephelerde ve mimari öğelerde neoklasik bir çizgi egemendir. Kat aralarını belirleyen kornişlerin ve saçak kornişinin yatay çizgisi, yapının geometrik ve strüktürel kurgusunu bir cephe anlatımına dönüştürür; kesintisiz bir süreklilikle yapıya kararlı bir bütünlük ve dingin bir sadelik kazandırır.

Tüm cephelerde giriş katının dikdörtgen pencereleri altta konsollu denizlikler, üstte küçük arşitrav öğesiyle belirlenmiştir. İkinci katın yüksek pencereleri altta basık bir korkulukla üstte öne doğru çıkan birer küçük alınlık öğesiyle biçimlendirilmiştir. Kuzey ve güney cephelerinde aynı pencere biçimleri kullanılmış ancak yapının strüktürel akslarına pilastr çiftleri yerleştirilmiştir. Neorönesans bir yaklaşımla giriş katı pilastrlarında iyonik, üst katta kompozit, üçüncü katta ise son derece sade bir Toskan düzeni seçilmiştir. Pilastr çiftlerinin düşey çizgisi ve ritmi bu cepheleri ve kuleleri diğer cephelerin kesintisiz yataylığından ayırır ve arazinin eğimine uyarlar.

Orta avluyu çevreleyen bina yüzeyleri de dikkatle tasarlanmıştır. Burada dış cephelerden farklı olarak yarım daire kemerli pencereler kullanılmıştır. Ölçülendirilmesinde ve cephelerin tasarımında gösterilen özen, orta avluyu yapının yaşayan bir mekanı haline getirmiştir. Anıtsal bir görünümü olan büyük ıhlamur ağaçlarıyla ve ortasındaki oval havuzuyla bu orta avlu, Taşkışla’nın günümüzde de en canlı mekanlarından biridir.

“Taşın Artık Bir Ruhu Var”

Taşkışla’nın bir “yer” olarak varoluşu her şeyden önce “zaman ve uzam içerisindeki buradalığının” oluşturduğu “aura”dan kaynaklanır. Mekânsal açıdan ele aldığımızda modernite öncesi bir kışla binası olarak inşa edilmiş olması dolayısıyla sahip olduğu büyük hacimler; bir okul olarak kazandığı işlevle alışılagelmişin dışında bir boyuta dönüşür.

Bunca yıl içerisinde o binada bulunmuş insanların bina ile ilişkili kişisel tarihleri, zaman içerisinde toplumun ortak hafızasına adeta kazınır. İnşa edildiği yıllardan itibaren ve hali hazırda da köklü bir kamu kurumu olan İTÜ’nün bir yerleşkesi olarak sunduğu kamusal hizmetler nedeniyle toplumda uyandırdığı sahiplenme duygusu; İstanbul’un o bölgesinde yaşayan insanlar için gördüğü röper noktası işlevi; burada okuyan ve çalışan insanların aidiyet ve verdiği sözde durma hissiyatıyla bu yapı için harcadıkları emek; otel yapılmak istendiği yıllarda okul işlevini koruyan kamusal savunma; Taşkışla’nın yetiştirdiği mezunların topluma sundukları/sunmadıkları ile uyandırdıkları saygınlık/hayal kırıklığı gibi birçok olgusal özelliği; kısacası sözü geçen “zaman ve uzam içerisindeki buradalığı”ndan kaynaklanan “aura”sı yapıya kimliğini verir.

Bu kimlik Auge’nin “yer” tanımındaki “kimlikleyici/özdeşleyici, ilişkisel ve tarihsel olarak tanımlanabilirliğin” tam da cevabı niteliğindedir. Dolayısıyla “Taşkışla” ismi asla sadece boşluktaki bir hacmi tarif edemez; Norberg-Schultz’un (1980) tabiriyle taşın artık bir ruhu vardır.

taşkışla

Diğer yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Bizimle iletişime geçin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir