Sümela Manastırı

Konumu ve Tarihi

Sümela Manastırı

Ulaşılması çok güç kayalıkların arasında kendine yer bulmuş bir tarih. Zamanının ötesinde bir mühendislik harikası; dört duvar arasına huzuru saklamayı başarmış, yeşillerle bezeli Sümela Manastırı! Altındere Vadisi’nde Karadağ’a sığınmış bu eser, doğayla bütünleşmişçesine görkemli ve bir o kadar mütevazıdır. Trabzon, Maçka’nın gözbebeği manastırın tam adı ‘’Panagia Sumela’’ ya da ‘’Theotokos Sumela’’ olarak bilinmektedir. Bu özenle tasarlanıp hayata geçirilmiş Rum Ortodoks manastır ve kilise kompleksi, UNESCO “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi”nde yer almaktadır.

M.S. 365-395 yılları arasında yapıldığı düşünülen manastır, bir kilise kompleksi haline gelene kadar birçok inşaat ve yenilemeden geçmiştir. Denizden 1150, vadiden 300 metre yüksekliğe konumlanan manastır, sıkı sıkıya doğaya tutunmasını zamanın ustalarına ve mimarlarına borçludur. Kayalıkların arasında bir inci gibi parıldayan ancak oldukça sade ve göz yormayan görünümüyle manastır tam olarak inanç ve huzuru tasvir etmektedir. İnancın nadide ve büyüleyici doğasının huzurun mütevazılığıyla harmanlandığı kompleksin ibadethane olmak dışında keşişler için bir okul görevi gördüğü bilinmektedir.

Sümela Manastırı (İç)

Hikâyelere göre, Bizans İmparatoru 1. Theodosius zamanında, Atinalı iki rahip tarafından kurulan Sümela Manastırı’nın en dikkat çekici özelliği üzerine barındırdığı el işçiliği fresklerdir. Bu freskler, renklerinden, formları verilirken kullanılan tekniklerden anlaşıldığı kadarıyla; farklı ustalar tarafından farklı zamanlarda yapılmışlardır. Cennet- cehennem, yaşam- ölüm, mucize ve doğa tasvirleri… Yıllar içinde ilmek ilmek örülmüş, küçük bir şapelden görkemli bir komplekse evrilmiştir.

Mimarisi

Sümela Manastırı birçok kilise ve bazilikada gördüğümüz teknikleri, mimari özellikleri bünyesinde barındırmaktadır.

Zeminden 64 merdivenle manastırın kapısına ulaşılmaktadır. Üç metrelik kapı koridorunun üzerinde gözetleme yerleri konumlandırılmıştır ve buralardan parke taşlarla döşenmiş geniş bir avluya inilebilmektedir. Avludan aşağı 92 taş merdivenle manastıra girilir. Bu merdivenlerdeki taşlar, kurşun dökümlerle birbirlerine tutturulmuşlardır. Avlunun sağında 1860 yılının sonlarına doğru komplekse eklenen misafir odaları ve kütüphane olarak kullanılan salon bulunur.

Freskler

Yaklaşık 400 metrekare genişliğinde, mağara bölümüne konumlanmış olan dini ayin kilisesi yarım, daire formundadır. Manastırın doğu ve kuzey tarafları duvar, batı ve güney tarafları ise sıvanmış kayadan örülmüştür. Duvarlarının iç kısımları, çevrede bulunan ve yontulması zor taşlardan, ön kısım ile kapı, pencere kenarları çevrede bulunmayan yontmaya müsait taşlardan inşa edilmiştir. Kapı ve pencerelerin üstleri, duvar araları; meşe, karaağaç ve ceviz hatıllarla desteklenmiştir. Bazilikadaki hemen hemen tüm pencere ve kapıların üst kısımları yontma taştan kemerli olarak inşa edilmiş, kapı sövelerinin süslü olmasına özen gösterilmiştir.

Zemin düz taş döşeli iken, kat araları ahşap malzeme ile döşenmiştir. Belli alanlar saman, kireç karışımı sıva ile sıvanmış ve yumurta akı ile parlatılmıştır. Ön kısmın kuzeyindeki mimari yapı, odaların yerleşimi ve kemerlerle desteklenmesi bariz biçimde orta çağ mimarisi özelliği gösterir. Manastıra sonradan doğuya doğru bir şapel de eklenmiştir.

Manastırın kuzeyinde keşiş hücreleri, şapeller ve çan kulesi dolambaçlı ara bağlantılarla kenetlenmiş şekilde inşa edilmiştir. Kompleks, yaklaşık 70-90 derece eğime sahip kaya yüzeyine birbiri üstüne konumlandırılmış hücreler şeklinde inşa edilmiştir. Hücrelerin duvarlarına, diğer ön kısımdaki bölümlerde olduğu gibi; mutlaka kitap, mum ve değişik amaçlarla kullanılan raflar ile kışın bu hücrelerde soğuğa karşı ısınmayı sağlamak için şömine yerleştirilmiştir. Hücre evlerin hemen her katında apsisi doğuya bakan, oldukça dar şapeller vardır. Bu bölümde bulunan beş şapelin hemen hepsi freskler ile süslenmiştir ve ağırlıklı sahneler, “Meryem Platytera”, “Metamorfosis”, “Anastasis” ve şapel kubbelerinde “Anelipsis”’tir. Dar bir alana gerekli sahnelerin sığdırılabilmesi için boyamalar bazen “A4” kâğıt boyutuna kadar düşebilecek şekilde küçültülerek uygulanmıştır.

Yüzyıllar boyu birçok din adamının, inanç sahibi ruhların huzur bulduğu; keşişlerin yetiştirildiği, dönemin ileri gelenlerinin ağırlandığı, halk tarafından benimsenmiş bir miras olan Sümela Manastırı, 1923 yılında Cumhuriyetin kurulması ve ardından Yunanistan ile aramıza gerçekleşen nüfus mübadelelerinden sonra rahipsiz kalmıştır. ‘’Başı boş’’ ifadesi bu durumu tam yansıtmasa da basitçe böyle düşünebiliriz. Yüzyıllar boyu süren hizmet ve aktiflikten sonra her ne kadar ‘başı boş’ kalmış olsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu mirasa da gözü gibi bakmıştır.

Sümela Manastırı

2010 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin izni ile Hristiyanlarca Meryem Ana’nın göğe yükseliş günü olarak kabul edilen ve kutsal sayılan 15 Ağustos günü, 88 yıl aradan sonra ilk ayin düzenlenmiş ve bu ayini İstanbul Ortodoks Patrikhanesi, Ekümenik Patriği I. Bartholomeos yönetmiştir.

Topraklarımıza karışan tarihi dokunun bozulmamasını sağlayacak, garantiye alacak kurum ve kuruluşlar sayesinde; duyarlı halkımız, bu mirasların öneminin farkında olan gençlerimiz ve biz gençlere güvenen büyüklerimiz sayesinde daha nice manastırlarımız, miraslarımız, tarihi hazinelerimiz günümüze ulaşacaktır.

Diğer yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz!

Bizimle iletişime geçin!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir