‘’Elifbamın yapraklarında
Gemilerim, yelkenli gemilerim.
Giderler yamyamların memleketlerine
Gemilerim, yan yata yata;
Gemilerim, kurşunkalemiyle çizilmiş;
Gemilerim, kırmızı bayraklı.
Elifbamın yapraklarında
Kız Kulesi,
Gemilerim.’’

Orhan Veli Kanık/ Gemilerim

İstanbul’un gözbebeği Kız Kulesi, Boğaz’ın incisi Kız Kulesi, Galata’nın biricik aşkı Kız Kulesi… Bahtı kendi gibi güzel olacak ki M.Ö. 4.yüzyıldan bugüne ayakta kalabilmiş, yüreklerimize huzur verebilmiştir. Birçok tarihi eser gibi o da çok yıpranmış, tekrar tekrar onarılmış ve mühim amaçlar ışığında hizmet vermiştir. Antik çağda başlayan hikâyesini, Eski Yunan’dan Bizans İmparatorluğu’na,  Bizans’tan Osmanlı’ya, tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar devam ettirmiştir.

kız kulesi

Hepimizin merakla ve hayranlıkla izlediği Kız Kulesi’nin tarihi serüveni, son araştırmalara göre, M.Ö. 4.yüzyıla kadar dayanmaktadır. Anlatılanlara göre önceleri Asya sahillerinin bir çıkıntısı olan kara parçası zamanla sahilden kopmuş ve Kız Kulesi’nin üzerinde bulunduğu adacığı oluşturmuştur. Zamanında Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirmiştir. Sarayburnu’ndan kulenin bulunduğu adaya zincir gerilmiş ve kule böylece Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük görevi görmüştür.

1143-1178 yılları arasında Roma hükümdarı olan İmparator Manuel, şehrin savunmasına yardım için bir kule yaptırmıştır. Bu kuleyi Mangana Manastırı yakınına (Topkapı Sarayı’nın sahili) inşa ettirmiştir. Ayrıca daha önce adacıkta bulunan kuleyi de tamir ettirmiş ve geliştirmiştir. Hem düşman gemilerini Boğaz’a sokmamak, hem de ticaret gemilerinin gümrük vergisi vermeden geçişine engel olmak için, iki kule arasına zincir gerdirmiştir.

Tarih sahnelerine şahit olan bu kule, Bizans döneminde Venedikliler tarafından üs olarak kullanılmıştır.

İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet bu küçük kaleyi yıktırmıştır ve yerine taştan, etrafı mazgallarla çevrili küçük bir kalecik yaptırıp buraya toplar yerleştirmiştir. Bu toplar, liman içindeki gemiler aleyhine etkili bir koz olmuştur. Kule, Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmıştır. Mehterler burada top atışları ile birlikte nevbet okumuşlardır. 

1510 yılında meydana gelen ve “küçük kıyamet” olarak anılan depremde İstanbul’daki pek çok yapı gibi Kız Kulesi de büyük hasar görmüştür. Kule, Yavuz Sultan Selim döneminde onarılmıştır. Çevresinin sığ olması nedeniyle 17. yüzyıldan sonra kuleye bir de fener eklenmiştir. Bu tarihten itibaren kule, artık bir savuma üssü ya da gösteri platformu olarak değil, deniz feneri olarak hizmet vermeye başlamıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra tahta geçmek için İstanbul’a gelen Şehzade Selim Üsküdar’dan geçerken, Kızkulesi’nden atılan toplarla selamlanmıştır. Bundan sonra uzun süre tahta geçen her Padişah için bu selamlama yapılarak, Padişah’ın tahta geçişi halka duyurulmuştur. 1719 yılında çıkan bir yangın ile iç kısmı tamamen ahşap olan kule yanmış, 1725 yılında şehrin Baş Mimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmiştir. Bu onarımdan sonra kulenin fener bölümü taş, tuğla ve camla restore edilmiştir. Ardından 1731 yılında kulenin feneri ile top mazgalları yeniden onarımdan geçmiştir.

Kız Kulesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş dönemine girmesiyle tekrar savunma amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. Daha önce eğlenceler ve kutlamalar için yapılan top atışları, bu dönemde savunma amaçlı yapılmıştır.

Kule, 1830 yılları arasında, kolera salgını sırasında, karantina hastanesi olarak kullanılmıştır. Daha sonra 1836’da görülen veba salgını sırasında hastaların bir kısmı burada kurulan hastanede tecrit edilmiştir. Kız Kulesi’nde faaliyet gösteren hastanede uygulanan karantina ile salgının yayılması bir nebze önlenmiştir.

Kulenin Osmanlı dönemindeki son büyük onarımı II. Mahmut döneminde yapılmıştır. Tadilat sonrası kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut’un tuğrasını taşıyan bir kitabe yerleştirilir. Bu tuğra ünlü hattat Rakım tarafından hazırlanmıştır.

Osmanlı Barok mimari tarzında yapılan bu yenilemede, kuleye dilimli kubbe ve kubbe üzerinden yükselen bayrak direği eklenmiştir. 1857’de Fransız bir şirket tarafından fener de yenilenmiştir.

İkinci dünya savaşı döneminde kulede yine yenileme çalışmaları yapılmıştır. Kulenin çürüyen ahşap kısımları onarılmış ve bazı bölümleri yıkılarak betonarmeye çevrilmiştir. 1943’de büyük bir onarım geçiren kulenin çevresine büyük kayalar yerleştirilerek denize kayması önlenmiştir. Bu arada kulenin oturduğu kayanın etrafındaki rıhtımdaki ambar ve gaz depoları kaldırılmıştır. Yapının dış duvarları korunarak içi betonarme olarak yenilenmiştir.

Kule, 1959 yılında askeriyeye devredilmiş ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı, Boğazın deniz ve hava trafiğinin denetlenmesini sağlayan bir radar istasyonu olarak kullanılmıştır. 1983 yılından sonra kule, Denizcilik İşletmeleri’ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır.

Antik Çağ’da Arkla (küçük kale) ve Damialis (dana yavrusu) adları ile anılan Kule, bir zaman “Tour de Leandros” (Leandros’un kulesi) ismi ile ün yapmıştır. Günümüzde ise Kız Kulesi  (Maiden’s Tower) ismi ile anılır. 1995 yılında restorasyon süreci başlamıştır. Binlerce yıllık görkemli tarihine zeval getirmeden, kendine özgü kimliğine ve geleneksel mimarisine bağlı kalarak tamamlanan restorasyon çalışması sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyarete açmıştır. Gündüzleri cafe-restaurant, akşamları ise özel restaurant olarak yerli ve yabancı ziyaretçilerine hizmet veren Kız Kulesi; düğün, toplantı, lansman, iş yemeği gibi pek çok özel davet ve organizasyona da ev sahipliği yapmaktadır.

Yılan Efsanesi

Kız Kulesiyle alakalı birçok efsane ve hikâye vardır. Bunlardan en meşhuru ‘’Yılan Efsanesi’’dir.

Günün birinde Bizans İmparatorunun bir kızı olur ve İmparator, kızının doğumu müjdesiyle çok sevinçlidir. Görkemli İmparator, ülkenin bilginlerini kızını yetiştirmesi için görevlendirir, kızı için en iyiyi ister ve onu her daim korur, kollar. Ancak bilginlerden biri kızının on sekiz yaşına geldiği zaman bir yılan tarafından sokularak zehirlenip öleceği kehanetini İmparator’a iletir. Bu kehanetten korkan İmparator, denizin ortasındaki küçük bir ada üzerine kızını yılandan korumak için güvenli bir kule yaptırır. Kızını buraya yerleştirir, böylece yılandan kızını korumuş olacaktır.

Yıllar geçer, kız artık on sekiz yaşındadır. Bütün tedbirlere rağmen, gönderilen üzüm sepetindeki üzümlerin arasından sıyrılan bir yılan kıza ulaşır ve onu zehirler. Kimse farkına bile varamadan kız, oracıkta ölür. Kızının ölümüyle yıkılan İmparator, kral kaderden kaçılamayacağını anlar. Kızının toprağa gömülürse yılanlara yem olacağını düşünür ve kızının cesedini mumya yaptırıp pirinç tabuta koydurur. Bu tabutu da Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini ister. Bu şekilde kızının hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür. Ancak tabutta görülen, yılan ısırığını andıran, iki küçük delik yüzünden kızın tabutunda bile rahat edemediği anlatılır.

Kız Kulesi ile Galata Kulesi’nin Aşkı

İstanbul; devletlerin doğuşuna, yıkılışına şahitlik etmiştir. Tarih sahnelerine tanık olmuş, küsleri barıştırmış, âşıkları kavuşturmuştur. Ancak İstanbul’un büyüsü tek aşka fayda edememiştir, Kız Kulesi ile Galata’nın aşkına…

Kız Kulesi, M.Ö. 4. yüzyılda Yunanlılar tarafından yapılmıştır. Bütün âşıklar yıllarca oturup Salacak Sahili’nden Kız Kulesi’ni izlemişlerdir. Kız Kulesi de âşıkları izledikçe kendi yalnızlığını hissetmiş git gide. Bir gün karşısında Galata Kulesi yükselmiş tüm ihtişamıyla… Tahminlere göre 507 yılında Romalılar tarafından yapılmıştı. İşte o an Kız Kulesi ile Galata Kulesi koskoca İstanbul huzurunda birbirlerine âşık olmuşlar. Ne yazık ki araya giren koskoca İstanbul Boğazı, imkânsızlaştırmış aşklarını. Bu imkânsız aşk karşısında günden güne eriyip soluyormuş Kız Kulesi. Galata ise Kız Kulesi’ni böyle gördükçe kahroluyormuş ve duygularını duyurabilmek için mektuplar, şiirler yazıyormuş.

Günlerden bir gün, Hezarfen çıkıvermiş Galata’nın tepesine. Gayesi oradan Üsküdar’a kadar uçmakmış. Galata, Hezarfen Ahmet Çelebi’ye uçmadan önce tüm aşkını dökmüş, yazdığı mektupları vermiş. Hezarfen dayanamamış bu aşkın çaresizliğine, almış mektupları; atlamış Galata’dan. Rüzgâr o kadar kuvvetliymiş ki mektuplar dağılmış Boğaz’ın dört bir yanına. Yine de Kız Kulesi anlamış, bilirmiş Galata‘nın ona ne kadar âşık olduğunu, martılarla birlikte şarkılar söyleyerek haykırmış o da aşkını. Kavuşamayan âşıklarımız, aşklarının ışığıyla parlamışlar; İstanbul’u aydınlatmışlar…

‘’ …Kuzguncuk’tan Salacak’a gümüşlenen dalgacıklar
gizemli bir kadın gibi
geceye süsleniyor
Kız Kulesi
kararmış bir elmas yüzük ışıltısıyla
sularda yüzdürüyor mahzunluğunu…

Ceyda Görk

Tüm yazılarımız için tıklayın.

Bizimle iletişime geçmek için tıklayın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir