İçindekiler

Aya İrini Kilisesi

Aya İrini Kilisesi, İstanbul’un hem ilk kilisesi hem ilk müzesidir! Adı, “Kutsal Barış” anlamına gelen Hagia Eirene (Aziz İren) isminden gelmektedir. Aya İrini, İstanbul’da bulunan camiye çevrilmemiş en eski kilise olmasının yanında Ayasofya’dan sonra en büyük Doğu Roma kilisesidir. Şu anda da Topkapı Sarayı’nın birinci avlusunda, Ayasofya’nın yakınlarında onunla birlikte geleceğe uzanan tarihî bir müze olarak halka açıktır.

Hikayesi

aya irini

Aya İrini Kilisesi’ne bu ismi veren Penelope adında genç bir kadındır. Efsaneye göre Büyük Konstantin’in şehri başkent yaparak yeniden imar ettiği dönemde, birçok Romalı gibi o da Konstantinopolis’e gelir. İnançlı bir Hristiyan olan Penelope, Roma halkını Hz. İsa ile tanıştırmak için çaba harcar. Ancak bunu reddeden Pagan Romalılar, Meryem Ana’yı inkar etmesi ve Paganizm’e tabii olması için kadına türlü işkenceler yaparlar.

Önce yılanlarla dolu bir kuyuya atarlar fakat yılanlar gece boyunca ona ilişmezler. Ardından kadını büyücülükle suçlayarak taşlarlar. Son olarak atlara bağlayıp saatlerce sürüklerler. Penelope hiçbirisinden zarar görmeyince Romalılar ona biat ederler.Rivayetlere göre İstanbul halkı Hristiyanlık ile tanıştıktan sonra hiç taşkınlık yapmaz ve yıllardır süren isyanlar son bulur.Bu yüzden İmparator Konstantin,genç hanımı azize ilan eder ve “Kutsal Barış” anlamına gelen St.Hagia Eirene ismini verir ve onun için Aya İrini Kilisesi’ni yaptırır.

Tarihi

aya irini

Kilise; Roma döneminden kalma Artemis, Afrodit ve Apollon mabetlerinin kalıntılarından yararlanılarak, 4. yüzyılın başlarında I.Konstantin (324-337) zamanında yapılmış ve Ayasofya’yla aynı avlu duvarı içinde bulunan Aya İrini, 532’deki Nika Ayaklanması sırasında yanındaki Sempson Zenon’la birlikte yanmıştır.

İmparator I.Justinianus, Ayasofya’nın yanı sıra Aya İrini’yi de yeniden yaptırmıştır. 8. ve 9. yüzyıllarda gerçekleşen şiddetli depremler binada önemli hasarlara neden olmuştur.

Bizanslıların patrikhane şapeli diye niteledikleri Aya İrini, İstanbul’un fethinden sonra Topkapı Sarayı’nı çevreleyen Sur-ı Sultani içerisinde kalmıştır.

Mimari Yapısı

Aya İrini Kilisesi’nin Kesiti
Aya İrini Kilisesi’nin Planı

Aya İrini, klasik bir Roma ibadethanesi gibi bazilikal planda çizilmiştir. Kilise atrium, narteks (giriş) ve üç nefli naostan (ana mekân) oluşmaktadır.Yapının üst katı ise devasa bir antik Roma haçı şeklinde planlanmıştır. Merkezi kubbe 15 metre çapında ve 35 metre yüksekliğindedir. Bu kubbeyi dört büyük fil ayağı ve kemerler taşımaktadır.

Ana kubbenin yanında, narteksin üzerini örten basık ve yayvan tonoz ikinci bir kubbe daha bulunmaktadır.  Kilisenin apsisi, içeriden yarım daire şeklinde olup, dışarıdan üç cephelidir. Cepheleri arasında birer pencere olan apsisin oldukça kalın duvarları arasında bir metre genişliğinde kemerli bir dehliz bulunmaktadır. Apsisin oturtulduğu kademeler bu dehlizlerin üzerinde yer almaktadır. Narteks bölümünden atriuma beş kapı ile geçilmektedir. Osmanlı döneminde bir sıra revak eklenmiş olan atrium kısmı daralarak özgün kimliğini yitirmiştir. III. Ahmet döneminde yapıya tek kubbeli bir giriş revakı da eklenmiştir. Bu eklemeler dışında, camiye çevrilmemesi sebebiyle yapının içinde ve dışında çok fazla değişiklik yapılmamıştır.

İkonoklazma Döneminde Aya İrini Mimarisi

Bu görkemli kilise Justinianus döneminde inşa edilmiştir ve 740 yılında meydana gelen bir depremle yerle bir olmuştur. Bizans İmparatorluğu‘nda 8. ve 9. yüzyıllarda etkili olan İkona Kırıcılık akımı, yeni Aya İrini Kilisesi’nin mimarisi üzerinde de etkili olmuştur. İmparator III. Leon ile başlayan bu akım, bir asır kadar sürmüş ve din ile ilgili tüm görsellerin yok edilmesine sebep olmuştu.

Bizans İkonoklazmı olarak da bilinen ikona karşıtlığı, kiliselerde bulunan mozaiklein, fresklerin ve ikonaların yok edilmesiyle sonuçlanmıştı. İkonoklazma dönemi boyunca inşa edilen tüm kiliselerde sade bir mimari tercih edildi ve iç mekanlar yalnızca geometrik şekillerle süslendi.

Yeniden inşa edilen Aya İrini Kilisesi’nde sade bir mimari plan tercih edilmiş ve kilisenin içine birkaç mütevazı figürden başka bir şey konulmamıştı. Bugün halen ziyaret edilebilen kilisede, bu sadeliğin izlerini görmek mümkündür. Zira Aya İrini’nin duvarlarında, apsiste görebileceğiniz bir haçtan başka bir süsleme öğesi yoktur.

İstanbul’un Fethi’nden Sonra Aya İrini

Fetihten sonra Aya İrini camiye çevrilmemiş ve cephanelik olarak kullanılmıştır. Bu sebepten dolayı “Enderun Cephanesi” ya da “İç Cephane” olarak da anılmıştır. Askeri yapı olarak kullanılan ve bu yüzden sıkı korunan kilise, zamanlar değerli silah ve eşyaların da korunduğu bir yer haline gelmiştir.

Lale Devri’nin Batılılaşma yanlısı sultanı III. Ahmet’in isteği ile ilk kez Aya İrini’de “Dar-ül Esliha” (Silahlar Evi) adı ile bir sergi oluşturulmuştur. Giriş revakında bulunan iki onarım kitabesinin 1726 tarihli olanından da yapının, burada bulunan silahların düzenlenerek sergilenmesi amacıyla “Darül- Esliha” olarak onarıldığı anlaşılmaktadır. 1744 tarihli ikinci kitabeden ise yapının I. Mahmut döneminde onarılarak yeniden cephane haline getirildiği okunmaktadır. III. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde sık sık ayaklanan yeniçerilerin saldırıları yüzünden Dar-ül Esliha sergisini tekrar açmak mümkün olmamıştır. 1826 yılında da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması üzerine, başlatılan “yeniçeri avı” kapsamında büyük çoğunluğu yeniçerilere ait olan silah ve teçhizatlar tahrip edilerek yok edilmiştir.

Aya İrini’nin tam anlamıyla bir müze olarak kullanılmaya başlanması ise Sultan I. Abdülmecid döneminde gerçekleşmiştir. Sultanın damadı olan Fethi Ahmet Paşa’nın 1845 yılında Tophane-i Amire Müşiri olması ile birlikte, “Harbiye Ambarı” olarak anılan Aya İrini’deki askeri koleksiyonun yanına antik eserler de toplanarak, 1846 yılında yapının atriumunda iki koleksiyon sergisi açılmıştır. Bu sergilerden antik eserler ile ilgili olanı “Mecmua-i Asar-ı Atika” (Eski Eserler Koleksiyonu), silahlar ile ilgili olanı ise “Mecmua-i Esliha-i Atika” (Eski Silahlar Koleksiyonu) olarak adlandırılmıştır. Artık gerçek bir müze haline gelen kuruma önce “Müze-i Askerî”, daha sonra ise “Âsâr-ı Atîka-i Müze-i Hümâyun” adı verilmiştir.

Abdülhamit’e sundukları bir lahiya üzerine Sultan Abdülhamit yeni bir askeri müze kurulmasına karar vermiştir. Ancak ülkedeki karışıklıklar sebebiyle bu girişim hemen gerçekleşememiştir. Ancak 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Aya İrini, ilk modern askeri müze olarak tekrar açılabilmiştir. Önce “Esliha-ı Askeriyye Müzesi”, daha sonra “Müze-i Askerî-i Osmânî” olarak adlandırılmıştır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra da Aya İrini’de faaliyetine devam eden Askeri Müze, II. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye de sıçrayabileceği endişesiyle 1940 yılında kapatılmış ve içerisindeki eserler korunması amacıyla İç Anadolu’nun çeşitli şehirlerine dağıtılmıştır. Savaşın ardından tekrar İstanbul’a getirilen eserler bu sefer Maçka Kışlası’na nakledilmiştir. Askeri Müze’nin kapatılmasıyla uzun bir süre boş kalan Aya İrini, 1973-1976 yılları arasında onarıma alınarak, yapının nemden arındırılması amacıyla çevresindeki toprak dolgular kaldırılmıştır. Böylece zamanla toprak seviyesinin altında kalan, zemine yakın dış duvarlar çukurda kalacak şekilde açığa çıkarılmıştır. Bu onarımdan sonra Ayasofya Müzesi Müdürlüğü’ne bağlı bir birim haline getirilen yapı, 1973’ten günümüze İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği çeşitli kültür-sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmaya devam etmektedir.

Diğer yazılarımız için tıklayınız.

Bizimle iletişime geçin!

8 thoughts on “Aya İrini: İstanbul’un İlk Kilisesi

  1. Betül Solmaz dedi ki:

    Çok detaylı araştırmışsınız teşekkür ederiz.

  2. Ezgi Rojin Elitaş dedi ki:

    merak edenler için harika bir yazı.kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.ellerinize sağlık.

  3. Sedef Altun dedi ki:

    Gerçekten çok bilgilendirici bir yazı olmuş. Sizden böyle değişik bilgiler öğrenmek çok güzel. Teşekkür ederiz.

  4. İnşaat müh dedi ki:

    Çok bilgilendirici bir yazı olmuş elinize sağlık

  5. Öykü Eren dedi ki:

    Bilgilenirken aynı zamanda büyük keyifle okuduğum bir yazı oldu. Emeğinize sağlık. Devamını da sabırsızlıkla bekliyorum.

  6. Burcu Akdağ dedi ki:

    Yazanın emeğine sağlık, gerçekten çok güzel yapılarımız var İstanbul’da. Böyle okuyunca da hemen gidip göresi geliyor insanın.

  7. Uğur Özdamar dedi ki:

    Son derece bilgilendirici ve detaylı bir çalışma olmuş. İstanbul gibi muazzam bir şehrin böyle harikulade yapılar dolu olduğunu bir kez daha hatırlattı bana, yazan arkadaşın emeğine sağlık.

  8. Anıl Yaşar dedi ki:

    Gerçekten bilgilendirici ve yeterince detaylı bir yazı olmuş. Elinize sağlık, devamını bekliyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir