Mimarların evleri adlı serimizin ikinci yazısıyla sizlerleyiz.
Antonin Raymond
Frank Lloyd Wright’ın yardımcısı olan Antonin Raymond 1923 yılında Tokyo’da kendi kullanımı için betonarme ev inşa etmiştir. Evin inşa edilmesinde geleneksel Japon ahşap yapı tarzı kullanılmıştır. Raymond’un tercih ettiği yapı malzemesi ve tekniği II. Dünya Savaşı’ndan sonra Japon mimarisinin temel özelliği olmuştur.
Walter Gropius
Bauhaus’un kurucusu ve fikir babası Walter Gropius, 1937 yılında Almanya’dan mimarlık bölüm başkanlığını yapacağı Harvard Üniversitesi’ne geldiği zaman kendi kullanımı için New England’da bir ev inşa etmiştir. Bu yapı kamuya erken modernizm ile ahşap yapım geleneğini birleştiren bir örnek ürün olarak sunulmuştur.
Prefabrik merdivenleri, cam blokları, boyalı tuğlaları Walter Gropius’un tarzını tam olarak yansıttığı düşündürür. Gropius evi hakkında şu ifadeleri kullanmıştır:
‘Gelecek nesildeki mimarlar ve yapımcılar bir kutu tuğlada olduğu gibi onların yerleşim düzeniyle oynama şansına sahip olacaklar ve sonsuz çeşitte yerlerini değiştirme imkanı ile birbirleriyle rekabet eden marketlerden makine yapımı hazır bina parçalarını alacaklar, farklı büyüklükte ve görünümdeki kişisel binalara montajını yapacaklardır. Bu bina buna vurgu yapar.’
Bruno Taut
Taut’un az sayıdaki yapılarından biri, kendisi için İstanbul Ortaköy sınırları içinde inşa ettiği yapıdır. Yapı çok yüksek bir yamaca dik bir biçimde yerleştirildiği için yüksek betonarme ayaklar üzerine oturmaktadır. Bu yapı hakkında;
‘Ne altında ne çevresinde hiçbir şekilde doğayı bozmadan, ağaçların hiçbirine dokunmadan ve doğal manzarayı da bozmadan oluşturulmuş bir yapıdır.’ ifadeleri o dönemde sıklıkla kullanılmıştır.
Bir dikdörtgenin ucuna eklenmiş bir sekizgenden oluşan planda dikdörtgen şeklindeki yer bir katlı, sekizgen yapı ise iki katlıdır. Sekizgen planlar bu mekanların çepeçevre manzaraya bakılmasını sağlamak amacıyla yapılmıştır.
Charles W. Moore
Ünlü mimarın 1962 yılında Kanada’da kendisi için tasarladığı bu ev, yapımından en az on beş yıl sonra gündemi işgal edecek olan Postmodernizm akımını haber verir. Ancak mimarlık medyasının o dönemde hiç dikkatini çekmeyen yapı sonradan değer kazanmıştır.
Oscar Niemeyer
Oscar Niemeyer 1953 yılında Brezilya’da ailesi için tasarladığı eve Casa de Canaos adını vermiştir. Bir dönem Le Corbusier ile de çalışmış olan mimarın mimari anlatım biçimi Corbusier’inkinden çok daha farklıdır. Büyük projelerinde uyguladığı keskin, sert mimarinin yerine kendisi için tasarladığı evde yumuşaklık ve şiirsel bir anlatım hakimdir. Yapı modern mimarinin ve kendi tarzının en önemli yansımalarından biri olarak kabul ediliyor.
Casa de Canaos’un en çarpıcı özelliği ise minimalist mimari ve organik mimarinin birleştirilerek oluşturulmuş olması.
Daniel Libeskind
Daniel Libeskind kendine tasarladığı bu evi Manhattan’ın kalabalığından kaçtığı bir tür sığınak olarak nitelendirmiştir. Bu yüzden evin iç tasarımında dikkat ettiği en büyük özellik ferah ve aydınlık olması olmuştur. Ayrıca Le Corbusier’in koltukları, sandalyeleri ve sehpası ile de dekore etmiştir.
Walter Stelzhammer
1972 yılında Fethiye’ye turistik bir ziyarette bulunan Walter Stelzhammer Ölü Deniz Koyu’na hayran kalmıştır. Pek çok kez buraya gelip giden mimar 2000 yılında bir ev inşa etmeye karar verir. Denizden yüksekliğin yaz sıcaklığını hafifleteceğini düşünen mimar evini tasarlamak için bir zeytin korusunun en dik ve erişilmez köşesini seçmiştir.
Taş temeller üzerine ahşap inşa edilen bu yapı 2000 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülleri’ne de aday gösterilmiştir. Tasarım süreci oldukça uzun sürmüş, defalarca maketleri yapılmış, tasarımı üzerinde uzun uzun pek çok kez tartışılmıştır.
Güngör Kaftancı
Güngör Kaftancı’nın İzmir Çeşme’de inşa ettiği evin mimarisini etkileyen başlıca olgu denizden en iyi şekilde yararlanmak olmuştur. İzmir’de kente yakın bir evde denize girme olanağının olmadığını bilen mimar bu yüzden denize yakın bir yazlık ev tasarlama kararı alır.
O dönemde ekonomik olarak sınırlamalar altında olan Güngör Kaftancı’nın mimari konseptinin kaynağı mutlaka yerine getirilmesi gereken bir işlevi en ekonomik şekilde çözmek olmuştur. Bu nedenle yapısında gereksiz süslemelere, gösteri amaçlı masraflara yer vermemiştir. Bu çabası onun minimalist mimari anlayışını geliştirmiştir.
Çeşme evimi yaparken ekonomik koşullarım o denli sınırlıydı ki, ne kendimi özgür hissetmeye ne de pişman olmaya olanağım yoktu ve olmadı. Gene de belki bu nedenle, aradan bunca yıl geçmesine karşın yaptığımın en doğru, en güzel olmasına inanıyorum.
Güngör Kaftancı
Cengiz Bektaş
Mimarın Denizli’de kendine tasarladığı ev ‘Kavakların Ardındaki Ev’ olarak bilinir. Bu yapıyı sürekli kullanım için değil de arada gelip kaçamak yapabileceği, yazılarını bitirebileceği, herkesten uzak kitaplarını okuyabileceği sonra da kitaplarıyla beraber çocuklara hediye olarak bırakabileceği mütevazi bir yuva olarak düşünmüştür.
Okul yıllarımın ilk günlerinde hayallerimizdeki evi çizmemiz istendi bizden. Hepimiz en azından içinde yaşadığımız evi biliyorduk. Bir evi karşılayacağı gereksinimleri biliyorduk. Böyle bir konuya hem kullanıcı hem de tasarlayıcı gözüyle bakabilirdik. Kısacası ilk aşamada, kolaya gelecek olan konu olması gerekirdi onun.
Gün geçtikçe, bir şeyler öğrendikçe anladık ki kolay gibi görünen konu aslında en zoruydu. Kendini mutlu edebilmek… Kendi söküğünü dikemeyen bir kişi başkasınınkini nasıl dikecekti?
Nevzat Sayın
Kendine ait olan mekanlarda iddia arayışından çok yalınlık ve rahatlık isteyen, kendi evi olması özgürlüğü ile bazı noktalarını bitirmeden bırakabilen mimar bu sayede avantaj kazanmıştır. Bu avantajla açık uçlu bıraktığı noktalara istediği zaman müdahale edebilecektir.
Nevzat Sayın’ın kendisi için yaptığı bu ev detayları,kullandığı malzemeler,yerden yükseltilmiş görüntüsü ve tek bir malzeme ile kaplı olmasının getirdiği bütünlük ile ağaçlar arasında çok zarif bir görüntüye sahiptir.
Birçok mimar kendi evinin tasarlanması ve inşaatının üstesinden gelmek zorunda kaldıkları en zor deney olarak söz ederler. Özgür olmaları ve müşterisinin isteklerine göre hareket etmedikleri için daha çok kendi mimari anlayışlarını,ve hayal güçlerini açığa çıkarırlar. Bir bakıma da kendilerini bulmuş olurlar. Görünen o ki mimarların evleri de onlarla beraber gelişebilen, kendini dönüştürebilen bir şeydir.
Diğer yazılarımıza buradan ulaşabilirsiniz.